(0530) 959 66 70
FARKINDALIK VE YARATICILIK BILUN ARMAĞAN
  • Anasayfa
  • Makaleler
    • Arşiv
  • İletişim
PictureGörsel: Kerim Armağan'a aittir.
GÜVENLİK DUYGULARINI GELİŞTİRMEK
Polyvagal Teori
​
Son dönemde dünyada ve ülkemizde yaşanan pandemi koşulları ve yasaklar hayatımızın çeşitli alanlarında korku ve kaygılarımızı arttırırken umutsuzluk, günlük hayatta yaşanan çaresizlik duygularından dolayı da mutsuz, sıkıntılı ve depresif toplumlar yarattı. Gelecekte, belki bugün yaşananlarda depresyon pandemisini oluşturacak. Tabii ki bu durumda insanların temel güvenlik duygularının yeniden inşa edilmesi ve psikolojik dayanıklılıklarının arttırılması şimdi ve burada gereklidir. Bunun için öncelikle korku ve kaygılarımızla baş etme becerilerimizi nasıl geliştirebiliriz sorusuna cevaplar bulmalıyız. Son dönemde bilim dünyası bu konuda Dr. Stephen Porges’in vagus sinir yolları üzerinde yaptığı araştırmalardan ve buna dayanarak ortaya koyduğu Polyvagal teoriden yararlanıyor. Yani şimdilerde  korkularımız ile baş etmenin yolu Polyvagal teoriyi anlamak ve günlük hayata uygulamaktan geçiyor. Dr. Stephen Porges tarafından bilim dünyasına tanıtılan bu teori, bedenimizin otonom sinir sisteminin bir parçası olan vagus sinirinin, yani nörolojik algı sistemimizin çalışma mekaniğinin keşfedilmesi ile başladı.
   Otonom sinir sistemi, kendi irade ve gayretimizi göstermeden bedenimizi işleten sistemdir. Sindirim, solunum, kalp ve damar ve vs…gibi sistemlerin bizim tamamen kontrolümüzün dışında çalışmasını sağlayan yapılanmadır. Ayrıca otonom sinir sistemi beynimize güvende olup, olmadığımızı ileten sistemdir. Yani nörolojik algı sistemimizi yönetir. Otonom sistem beyin sapımıza sinyaller ile güvende olup olmadığımızı iletir. Beyinde de bu mesajlar farklı bölgelere giderek beynin eylem planı yapmasına neden olur. İşte otonom sistem ile beyin arasında ki bu iletişim vagus siniri sayesinde olur. Vagus siniri çok önemli bir sinir yoludur. Beden ile beyin arasındaki ulaşımı sağlar. Bedenden beyine %80 bilgi aktarır, beyinden bedene de %20 oranında bilgi ulaştırır.
​Otonom sinir sistemi geçmişte 2 parçalı, sempatik vs. parasempatik sistemler olarak açıklanırdı. Ancak Dr.S. Porges’ın çalışmalarından sonra 3 parçalı bir sistem olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda otonom sinir sistemi:
  1. Sempatik sinir sistemi
  2. Parasempatik sinir sistemi
  3. Polyvagal sinir sistemi olarak açıklanmaktadır.
Polyvagal sistemde  2 bölümde incelenebilir.
  1. Dorsal Vagus Siniri
 
-Aşağı kısmı donup kalma,tutulma tepkisinden sorumludur.
 
-Yukarı kısmı dinlenme ve sindirme tepkisinden sorumludur.
 
  1. Ventral Vagus Siniri                
Bağlanma ve odaklanma,bağ kurma,güvenlik ve meşguliyet halinden sorumludur.Ventral vagus siniri harekete geçtiğinde,kişi kendini bulunduğu ortama ait,güvende,odaklı ve hatta neşeli,enerjik hisseder.
   Bu sistemde özellikle aşağı dorsal vagus sinirinin çocuklukta veya yetişkinlikte yaşanan travmalarda gelişen donup kalma tepkisi en önemli etkidir. Psikolojide çocukluk travmalarının bizim sinir sistemimize işlendiği işte tamda bu tepki yüzünden söylenir.
 Eğer yaşanan olumsuz bir olayda, sempatik sinir sisteminin kaç veya savaş tepkisi devreye giremez ise, aşağı dorsal vagus siniri devreye girer ve donar, sanki bir tutulum oluşur. Bu tutulma hali eğer farkındalık ve üzerinde çalışma gerçekleştirilemez ise yıllar boyu sistemde kalır. Bu sinir sisteminin donması yıllar içinde çeşitli hastalıklara sebep olur. Bazen de beyine karışık, ambivalan mesajlar yollayarak akıl hastalıklarına sebep olur.
  Bu donup kalan dorsal vagal siniri tepkimesinden çıkabilmek için öncelikle ‘’GÜVENLİK’’ duygusunun inşa edilmesi gerekir. Yani ventral vagus sinirinin aktive edilmesi önemlidir. Amigdala organının bulunduğu beyin bölgesine bilinçdışı zihnin yeri diyebiliriz. Donup kalan bu vagus sinirinden bu bölgeye ikide birde çocukluktan itibaren ‘’ güvende değilim, kendim olmak veya hayat güvenli bir yer değil’’ mesajları geldiğinde biz korku ve kaygılar içinde huzursuz ve tedirgin hissederiz. Bu da ilk başta genele yaygın bir kaygı bozukluğu oluşturur.    Sonrasında da çeşitli ruhsal ve fiziksel hastalıklara yol açar. Bu durumdan sıyrılabilmek için öncelikle güvenli koşulları oluşturmaya çalışırız ama en önemlisi ‘’içselleştirilmiş güvenlik’’ duygusunu kendi içimizde oluşturmaktır.
GÜVENLİK İNŞASI:
  1. Çevresel güvenlik,
  2. İçsel güvenlik,
  3. Zorlayan ve korkutan hayat olay ve koşulları ve birlikte kalabilme hali yerleştirilerek oluşturulur.
  Bu hedefler aslında her psikoterapi sürecinin oluşturmaya çalıştıklarıdır. Ancak Polyvagal teorinin hayata geçmesi nöroplastisite çalışmaları ile oluşturulabilir.. Böylece ventral vagal siniri harekete geçiren bazı pratik yollar bizi bu hedeflere kısa yoldan ulaştırabilir.
Nöroplastisite kişinin bazı yeterliliklere ulaşması için ona rehberlik etmekle ilgilidir. Bunlar sırası ile:
  1. Yaşam biçimini farklılaştırmak hayata olan güvenimizi yükseltir.
  • Sağlıklı beslenme
  • Spor alışkanlıkları kazanma
  • Doğru nefes almayı öğrenme vs…
  1. Nöromodulasyon, bizi zorlayan, hissetmek istemediğimiz duyguları yönetebilme yetisini geliştirmek, kendimize olan güvenimizi artırır.
  2. Nörostimülasyon, bedenimizi konfor alanından çıkartabilme yetisi kazanmak. Spor yaparken veya bir işi tamamlarken bedenimizi sağlığımıza zarar vermeden zorlayabilmek. Böylece gücümüzü artırabilmek.
  3. Nörorelaks olmayı öğrenme. Örneğin, otojenik rahatlama refleksini kazanmak. Bedensel uzuvlarımızı rahatlatma, sakinleştirmek.
  4. Nörodiferentiation, mindfulness ya da meditasyon çalışmaları ile zihni sakinleştirmek, odaklanmak, yenilenmek, aydınlanmak gibi yetileri kazanmak.
  Tüm bu çalışmalar sırası ile gerçekleştirilirken, ilişkilerimize çeki düzen vermek, bizim ile sevgi bağı kurabilen insanları çevremize alabilmek. Şefkat, anlayış gösterebilen insanlardan yardım almak ve bol bol utanmadan, yargılamadan özgürce hikayelerimizi paylaşabilmek. Kendimiz ve diğerleri ile, öncelikle ailemiz sonra sosyal çevremiz ile sevgi, saygı bağları kurabilmek bizi o donup kalan sinir sistemimizin anksiyete bozukluğu yaratan sarmalından kolayca çıkartabilir.
 Ayrıca, böylesine insanlığı zorlayan dönemlerde birbirimize yardım edebilmek, çocuklarımızı geleceğe hazırlamak, ekonomik durumu bozulmuş ailelere destek olmak hepimizi daha iyi, verimli ve mutlu hissettirecektir. Yardımlaşma kişinin diğerleri ile bağ kurmasını, ait hissetmesini ve değerli bir uğraş ile meşguliyetini sağlarken içselleştirilmiş güvenlik duygularını inşa etmesine, venral vagus sinirini aktive etmesine yol açar. Böylece kaygı ve korkuları ile daha iyi baş edebilen bir kişi hayata güvenle bakarken, güvenli bir gelecek yaratabilir.
 Son olarak bir İngiliz firma, Sensate Pebble II adlı ventral vagus sinirini aktive etmek üzere bir kolye yaratmış. Bu kolyenin belirli mhz’te çalan müzik ile birlikte her  gün 10 dakika  takılması öneriliyor. Belirli bir titreşim yayan bu kolyenin tanıtımını ilgilenenler YouTube’da bulabilirler.
Hepimize sağlık ve sevgi dileklerimle…..


Farkındalık Yaşamak Ve Hayatımızı Nasıl Yaratırız!
​BİLUN ALTUNLU  ARMAĞAN

Yaşamınızdaki başarıyı ve mutluluğu sizin düşündüğünüz gibi zekâ, para, güzellik, cazibe, beceri, yetenek vs. gibi kaynaklarınız belirlemez. Sadece sizin inançlarınız; kendiniz ile ilgili ve olabileceklerle ilgili inançlarınız belirler. İşte zihninizdeki sınırlar bunlardır. Sınırlayıcı inançlarınız ikiye ayrılır: bilinçli olanlar ve tamamen bilinçaltına yerleşmiş olanlar. Lakin bilinçli olanların farkındayızdır. Örneğin yeni bir işe başlarken bazı inançları geliştirebiliriz : “biraz gerginim, hafifçe korkuyorum, başaramayabilirim” gibi. Bu ve benzeri şeyleri söyler ama bunlarla baş edebilecek ve bize güç verebilecek cümleler söyleyerek kendimizi daha iyi hissettirir ve yolumuza devam eder veya etmeme kararı alırız.....
Devamı için tıklayınız
Resim

AYNA’YA    BAKMAK       
Senin   yaşamın  ,  oluşan olaylar ve hayatında  olan  kişiler senin  aynadaki bir parçanı temsil ederler.  Özellikle , gördüğünde  seni rahatsız eden sana kendin hakkında en fazla şeyi öğretecek olanlardır. Çevreni   bu  bakış  açısı  altında  algılamaya  başlarsan ( evet  bu bakış açısını kabul etmek işin en zor kısmıdır)  ve bunu kalbinde hissettiğinde sanki orada bir kapı aralanır. Bu  noktada  alnının  ortasında  özellikle  pineal  bezi’nin  orada enerji yoğunluğu oluşur ve zihnine ışığın dolduğunu hissedersin.  İşte   o  an  aydınlanma  anıdır. Bunu   deneyimleyebilmek    farkındalığını  ve  yeni  seni  yaratman  için bir  adımdır.  
Devamı İçİn tıklayınız
Resim
Ayna’ya Bakmak II.

Çevremize nasıl baktığımız kendimize nasıl baktığımız ile çok ilgilidir. Kendinizde bilinçli, bilinçsiz neleri görüyorsak, çevremizde de onları görmeyi seçeriz. Bu fark etmeden yaptığımız ve geliştirdiğimiz bakış açılarımızdır. Eğer kendilik fikrimiz olumsuz ve eksiklikleri görmek üzerine kurulu ise, diğer her şeyi de bu bakış açısından görmeyi seçeriz. Daha önce yazdığım gibi paradigmalarımızın doğrultusunda gelişen bilgi işleme yollarımız (neuropathways) bize neyi görüp, neyi görmeme konusunda sürekli rehberlik eder.
devamı İçİn tıklayınız
FARKINDALIK    YOLUNDA   ‘’ İŞİTTİKLERİMİZ  VE   DİNLEDİKLERİMİZ ‘’

İşitme    duyumuz  bize  kendimizi  fark etmek  yolunda önemli bir etkendir.  Yapılan araştırmalar   göstermiştir   ki  insanların bir çoğu  işittiklerinin  ancak %10’u  dinliyor. Yani bize önemli  gelen  ve  işimize  yarayacağını düşündüklerimizi dinliyoruz.  Ya da bize anlamlı  gelen ,  bizde  olumlu / olumsuz duygular  yaratan  sesleri , sözcükleri dinliyoruz.  Genelde  modern toplum  olumluyu  duymaya pek  alışkın  olmayabilir. California’ da sadece   iyi  haberleri  veren bir radyo  üç gün  içinde  kapanmıştır.

Resim
Resim
DEVAMI İÇİN  TIKLAYINIZ
Picture
Farkındalık ve Yaratıcılık Yolunda "Düşüncelerimizi" Keşfetmek
 
      Zihnimiz hayatımızı nasıl,ne şekilde ve ne hissederek yaşayacağımızı belirleyen en etken gücümüzdür. Duygularımızın bizi yönettiğine inanılır ancak zihnimizden geçen her düşüncenin duygusu olmasa da  her duygunun bilinçte veya bilinçaltında mutlaka bir düşüncesi vardır. Ve bu düşünceler tekrarlandıkça inançlara dönüşürler ve bizim mutlak gerçeğimiz olurlar. Böylece hem kendimiz hem de çevremiz ve koşullarımız hakkında belirli bakış açılarımız ve değerlendirmelerimiz oluşur. Kısaca zihnimizin inandıkları bizim yaşadıklarımızı oluştururken nasıl yaşayacağımızıda belirler.
      Zihin neye inandırılırsa onu doğru kabul eder. Yani halüsinasyon zihnin önemli bir faaliyetidir. Örneğin Dr. Paul Sheely tarafından yapılan bazı araştırmalarda hipnoz altında olan deneklere kendi adlarını unutacakları telkin edilmiştir ve transtan çıktıklarında kişiler gerçekten kendi isimlerini hatırlayamamışlardır. Dahada ileri gidilmiş,hipnoz altında kişilere odada bir başka kişi olduğu halde,odada kimsenin olmadığı tekrar edilerek söylenmiş ve uyandıklarında odada ki diğer kişiyi algılayamamış ve hatta görmemişlerdir. Son zamanlarda daha da şaşırtıcı deneyler yapılmış ve bir kağıda bir kaç cümle yazılarak bir kişinin arkasına saklanmış ve hipnoz altındaki katılımcılara odada sadece yazılı bir kağıdın olduğunu ve yazılanları rahatça okuyabilecekleri söylenmiştir. Normal şartlarda başka bir kişinin arkasına saklanan kağıdı görmelerine imkan yokken katılımcılar zihinlerinde odada başka bir kişinin olduğuna inanmadıklarından, hepsi kağıtta yazılanları eksiksiz okumuşlardır.


DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ
Resim
KENDİNE   SEVGİ  

İnsanın kendini  sevmesi, kendini   beğenmişlik ,  kibirlik veya bencillik demek değildir , etrafındaki her şeye  ve  herkese  değer  verme  yeteneğinin   başlangıç  noktasıdır. Bu  gücünüzü  aynaya  bakarak  kendinize   hatırlatın ;   kendinizi  sevdiğinizi ve takdir  ettiğinizi tekrarlayın.  Hatalarınıza    yoğunlaşmaktan   vazgeçin  ve  onlardan ders alın ama iyi özelliklerinizi  farkına  varmaya  başlayın.  Sevgi , güçlü ve çarpıcı bir  titreşim  yayar. Kendinize  olumlu  yönlerinizi  hatırlatıp  bunlara  yoğunlaşın  ancak o  zaman diğerlerini de  sever ve  değer   verirsiniz .   Böylesine bir enerji   yaydığınızda , verimli  olasılıklar alanından her istediğinizin oluşumunu  tetiklersiniz .  


"Zihin  Detoksu  Yapmanın Yolları"

Zihninizi olumsuz düşüncelerden arındırmak için öncelikle düşüncelerinizi fark etmek ve nereden geldiklerini çözmek gerekir.Bu durumda profesyonel bir yardıma ihtiyaç duyabilirsiniz ancak kendi kendinize yapabileceğiniz bazı çalışmalarda sizde benzer etkiyi göstererek zihninizi dönüştürmeyi kolaylaştırabilir. Aşağıda paylaşacağım bazı çalışmalar bu yolda yardımcı olacaktır.
 
         1) Öncelikle sabahları nasıl uyandığınızı gözlemleyin. Olumsuz, mutsuz duygularla mı kalkıyorsunuz? Veya neşesiz,keyifsiz mi sabahlarınız? O zaman zihninizden neler geçiyor,farkedin ve ilk zihninize geleni doğru kabul edin. Eğer negatif düşüncelerin hakim olduğunu görürseniz, hemen kendinize " bugün hayatımın en güzel günü olabilir" deyin. Her gününüzün yeni bir harika güne başlangıç olabileceğini düşünün. Tersi ispat edilmedikçe de bu söyleme inanmamanız için bir sebep olmadığını hatırlayın. Ve İNANIN!

Resim
DEVAMI İÇİN  TIKLAYINIZ
BEDENİMİZ BİZE BİZİM NASIL BİRİSİ OLDUĞUMUZU ANLATIR.

        Bedenimize nasıl  bakıp,ne şekilde değerlendireceğimizi öğrenirsek bizim iç dünyamız hakkında bir çok şeyi yansıttığını fark edebiliriz. Sadece beden hareketlerimiz değil,bedensel şekillerimiz, yiyip-içtiklerimiz ve en önemlisi kronik ve akut hastalıklarımız bizim psikolojimizin ve içsel özelliklerimizin dışa vuran belirtileridir.
        Bedensel şekillerimizi anlamayı ve  sınıflandırmayı,fiziksel özellikleri ile psikolojik özellikleri arasında ki bağlantıları incelemeyi " morfoloji " ilimi sayesinde yapabiliyoruz. Morfoloji uzun yıllardan beri insanların ilgisini çekmiş ve araştırma konusu olmuştur. Özellikle ortaçağda insanların fizyonomilerinin karakterlerini ne kadar açıklayabileceği ile ilgili De Lescaut ve Cocles bir çok kitap yazmışlardır. Sonra ki yüzyıllarda da morfoloji hep ilgi çekmiş ve araştırılmıştır.
         Bedenimizin farklı bölgelerindeki farklı şekil ve büyüklükler bizim kişilik özelliklerimizi ve psikolojik süreçlerimizi dışa vursa da tek tek ele alınarak incelenmezler. Bu özellikler göz önünde tutularak beden bir bütün halinde incelenir. Bir bedeni incelerken farklı parçaların şekillerinin ne anlam ifade edebileceği önemli bir katkı sağlar ancak bir insanın karakteri sadece burnunun şekline ya da ayağının genişliğine göre değerlendirilemez,tüm bedensel özelliklerinin bir sentezi oluşturularak değerlendirilir.
Resim
DEVAMI İÇİN  TIKLAYINIZ
.
Resim

BEDENİMİZ BİZE BİZİM NASIL BİRİSİ OLDUĞUMUZU ANLATIR (2)
 
           Sheldon 'un beden morfolojisi üzerinde uzun yıllar süren araştırmalarından sonra elde ettiği 3 temel beden tipi kendimizi ve çevremizdekileri algılamamızda önemli bir rehber olmuştur. Kısaca endo,mezo ve hekto olarak adlandırılan bu beden tiplerinin özellikleri şu şekilde özetlenebilir;
            Endo tip beden: torso kısmı geniş yani üst bedeni geniş ve yuvarlaktır. Sanki bedenin tüm gücü üst bölgelerdedir. Buna karşın kolları ve bacakları daha incedir. Yüz kısmı yuvarlak ve şişkin boynu ise kısa ve gömülüdür. Omuzları yukarı çekilmiş gibi görünür. Karnı öne doğru
çıkık ve büyük olur. Cildi gevşek ve kemikleri incedir. Bu beden tipine sahip kişilerin en belirgin özelliği duygusal oluşlarıdır. Toprak elementleri yüksek olur ancak kendi özgür iradeleri ile hareket etmek isterler. Genel eğilimleri yeme içmeye düşkünlükleri ve dışa dönük olup sosyalleşme ihtiyaçlarıdır. Tavırları sakindir,hemen tepki vermezler. Ancak duygusal anlamda güçsüzdürler, hemen ruh halleri bozulur. Sosyal ortamları çok sever ve hep beraber yenilip içilsin isterler. İnsanları ayırt etmeden arkadaşlık yapar, cana yakın ve dostça davranırlar. Esnek,toleranslıdırlar, duygularını dışa kolayca vururlar.Uykusuna düşkün olurlar ancak hareketlidirler. Aile bağlarına önem verirler ve çocuksu yanları hep vardır.
         

Devamı için tıklayınız
Resim
                   

BEDENİMİZ  BİZE 
BİZİ  ANLATIR  
3. BÖLÜM 

YÜRÜYÜŞ  BİÇİMLERİ : Bireylerin yürüyüş
şekilleri bize bir çok ipucu verse de  tabiî  ki  karakterlerinin tüm
özelliklerini gösteremez . Ancak
gizli kalmış taraflarını açığa çıkarabilir.Örneğin kafası ve üst bedeni
,vücudunun  geri  kalanından önde giden birisinin aceleci  olduğu ve 
düşünmeden  harekete  geçtiği , önce yaptığını sonrada
tartmaya başladığını 
varsayabiliriz. Bunun tam tersi 
bir yürüyüşe sahip olanların ise , yani üst bedenlerini geride tutarak
hareket edenlerin ise çok fazla düşündüklerini , hatta düşünmekten harekete
geçemeyip bir çok  fırsatı
kaçırdıklarını  varsayabiliriz.
Sakin ve ölçülü  adımlar atarak
yürüyenlerin ise dengeli , kararlı ve net bir zihne sahip olduklarını
düşünebiliriz.

Ancak
ağır   ağır , bacaklarını   açarak 
ve  göbeğini 
çıkararak yürüyenlerin  kendini fazla önemsemediklerini  fark edebiliriz. Bunun 
yanı sıra   ağır ,
isteksiz  adımlarla hareket edenler
ise kararsız , sıkıntılı ve 
tembelliğe  meyillidirler.
Cesaret edemez ve güvenli olmazlar tam tersine canlı ve 
kıpır  kıpır 
yürüyenlerin ise yaşama sevinci olan ve çevresine ilgi ve merakla bakan
  kişiler olduğunu anlarız. Dik ve  kararlı  adımlarla 
yürüyen insanların 
kendilerinden memnun 
oldukları anlaşılır. Fakat kararsız , titrek adımlarla yürüyenlerin ise
çekingen , kaygılı ve gergin oldukları var sayılabilir . Hatta güvensiz ve
kendilerinden  emin olmadıklarını
düşünebiliriz. 




                      
 







Picture
"Bedensel tüm sıkıntı ve hastalıklarımız bize bizi anlatır"
 


   Bedenimizde yaşadığımız rahatsızlıklar ve hastalıklar bize kendimiz,yaşamımız ve geçmişimiz
hakkında mesaj vermek ve bizi uyarmak için oluşurlar. Kısacası bize düşüncelerimizin,duygu durumumuzun,söylemlerimizin ve yaptıklarımızın sağlıklı olmadığını anlatırlar. Genelleme yapacak olursak bize kendimize, çevremizdekilere veya hayata dair sevgi eksikliğimizin olduğu mesajını verirler. Aslında tüm ruhsal sorunların kökeninde kendini olduğu gibi kabullenememe, kendini sevememek ve kendine güvenememek vardır. Bunların sonucunda ise fark etmeden ve elimizde olmadığını düşünerek bazı fiziksel problemler üretiriz. Bu bakış açısını daha yakından tanıyıp, benimsediğimizde tüm hastalıkların psikosomatik olduğunu söyleyebiliriz.Geçmişte psikosomatik  olarak tarif edilen hastalıkların hayali olduğu düşünülürdü,ancak gittikçe bilinçlenen toplumda  bu tür rahatsızlıklarında fiziksel olarak var olduğunu ve kişinin yaşadığı ruhsal sorunlardan kaynaklandığını biliyoruz. Ancak hastalıklarımızın bir kısmının psikosomatik,bir kısmının da sadece dış etkenlerden oluştuğunu düşünmenin yüzeysel bir bakış açısı olduğunu bilmeliyiz. Bunu bir örnek ile açıklayacak olursak; sürekli işi dolayısı ile asbest gibi zararlı maddelere maruz kalıp akciğerlerinden ciddi şekilde hastalanan bir işçiyi düşünelim. Onun ruh halinin bu durumdan sorumlu olabileceğini düşünmeyiz ve hastalığını tamamen dış koşullara bağlarız. Ancak o'nun psikolojisine bakabiliyor olsaydık büyük olasılıkla eziklikleri,  yetersizliklerinden dolayı kendine ve çevresine sevgisiz ve güvensiz olduğunu veya geçinebilme stresinin oluşturduğu baskı ile korku,kaygı dolu bir ruh hali içinde hayatta sürekli güvensiz hissettiğini keşfedebilirdik. Bu tür düşünce ve duygularla yaşamını oluşturduğunu,kimsenin maruz kalmaması gereken bir ortamda çalışarak kendini riske attığını anlardık. Öncelikle kendine ve sonra çevresine sevgisizliğiyle oluşturduğu bu ciddi hastalık,dış etkenlere bağlı geliştiği düşünülse de aslında kişinin içsel koşullarına bağlı gelişmiştir. Bu ruh halindeki bir kişinin böyle bir iş yerinde,bu tür koşullarda çalışmasa da eninde sonunda kendine zarar vereceği ortadadır.


Devamı için  tıklayınız
Picture
   HASTALIK ENERJİSİ NEDEN OLUŞUR

Hastalık enerjisinin zihnimizde oluştuğuna ve bizim düşünce kalıplarımız,duygularımız bazen de bunlara bağlı gelişen davranışlarımız sonucunda ortaya çıktıklarını daha önceki yazımda belirtmiştim. Tabii ki bu bakış açısı gücünü kadim bilgilerden ve ezoterik öğretilerden alan metafizik bilgilerdir. Son yıllarda bu bilgileri destekleyen kuantum fiziği ile gelişen kuantum düşünce ilkeleri olmuştur. Batı tıp dünyası neden hasta oluyoruz sorusunu bilimsel anlamda sürekli araştırmaktadır. Ancak genel bir cevaptan çok daha detaylı cevaplar alınmış ve her belirti ,hastalıkla ilgili derin araştırmalar yapmak durumunda kalarak her geçen gün daha da yoğun bilgilerle donanımlanmaktadır. Ancak son yıllarda dikkat çeken Epigenetik bilim dalı,metafizik bilgilere paralel bulguları tespit etmeye başlamıştır. Bu bakış açısını destekleyen bu bilim dalının bazı yaklaşımlarını dilim döndüğünce sizlere açıklamaya çalışacağım. Böylece yazılarımın devamında ki metafizik bilgileri siz bilimsel bir anlayışın üzerine oturtabilirsiniz.
Bu konuda beni en çok aydınlatan ve etkileyen kaynaklardan biri Dr. Bruce Lipton'un kitabı "The Biology of Belief" ( İnancın Biyolojisi) ve Dawson Church,Ph.D.'nin ABD'de yılın en iyi sağlık kitabı seçilen "The Genie in your Genes"(Genlerinizdeki Dahi) kitaplarıdır. Bu eserler ufkumuzu genişleterek yeni bir tıp anlayışı sunmaktadır.Ayrıca Hintli meslektaşım Neeta Kumar ın "Dialogues with Body Parts" çalışmasıda bu yazıya katkıda bulunmuştur. Kısacası epigenetik bilimi ile tanıştıkça,psikoterapi çalışmalarıma kattığım yıllarca içiçe olduğum bir çok metafizik bilginin daha anlamlı ve geleneksel kültürü etkileyebilecek düzeye gelmiş olduğunu görmek beni şevklendiriyor.
Epigenetik nedir? Neye denir? Kısaca Epigenetik "genler üstü genetik"bilimi DNA nın diziliminde veya yapısında herhangi bir değişiklik olmaksızın DNA'da kodlu olan bilginin açığa çıkmasında meydana gelen değişikliklere deniyor.Örneğin ikiz doğmuş kişiler üzerinde yapılan bir çok araştırma,tıpatıp aynı genlere sahip olmalarına rağmen neden farklı hastalıklar geliştirdiklerini veya farklı zamanlarda öldüklerini incelemeleriyle epigenetik terimi ortaya atılıyor. Dr. Dawson Church' ün anlatımına göre ise Epigenetik,düşünce,duygu ve algılarımız sonucu gelişen davranışın/tepkilerin genler üzerindeki etkilerini araştırır.


Devamı için tıklayınız
Picture
.Hastalıklarımızın    Kaynakları  

Batı   tıbbı hastalıklarımızın  nasıl geliştikleri  hakkında  açıklama getirmiş ve mantıksal reaksiyon zincirlerini sebep sonuç ilişkisi ile  betimleyerek  anlaşılabilir şekilde sunmuştur.Ancak  tam olarak hastalıkların kaynaklarını ortaya koyamamıştır. Fakat unutmamalıyızki tedavi konusunda  her geçen gün artan olanaklar sunmaktadır ve bizim hastalandığımızda ilk başvurmamız  gereken  kişiler  tıp doktorları  olmalıdır

Benim burada açıklamaya çalışacağım bilgiler tüm hastalıklarımız oluşmadan önce zihnimizde yani ruh dünyamızda ve beden enerji sistemimizde nasıl  başladığını  tespit  ederek önleyici bir anlayış  geliştirmektir. Hastalanmadan çok önceki aşamada özellikle spritüel  tıp  ve  enerji  tıbbı  büyük  önem  kazanmaktadır. Son zamanlarda bu durum daha çok  gündeme  gelmeye  başlamıştır. Özellikle enerji tıbbı ve bunun zihinsel  enerjilerle bağlantısını net bir şekilde ortaya koyan bazı enerji  uzmanlarının kitapları Türkçe’yede    çevrilerek halkın bilgisine  sunulmuştur. Örneğin: DonnaEden’ın  ‘’Enerji Tıbbı ‘’ kitabı ve  BarbraBrennan’ın ‘’ Işığın  Elleri ‘’ kitabı dikkat  çekicidir.

Bu yazımda düşünce  kalıplarının , inançların ve bilinçaltı zihnimizdeki atalardan ve geçmiş  yaşamdan gelen  karmaların hastalıkların tohumlarını nasıl ektiği ile ilgili açıklama getirmeye çalışacağım.

1.      Öncelikle  karmik  hastalıklarabaktığımızda  , derin benlikten taşınan  toksik inanç ve düşüncelerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Genellikle çok  küçük  yaştaki hastalarda görülmektedir. Bu  onların  hayat  buldukları  bu  yeniyaşamda , geçmişten gelen (geçmiş yaşamlardan) bazı durumları başlangıçta tamamlamaya çalıştıklarını göstermektedir. Dünyaya geldikleri aileye de farklı bir bilinç ve anlayış geliştirmelerini sağlamak içindir. Beden  ruhun ifadesidir ve bu durum sadece  ruhun ilk aşamada çok ufak yaşlarda beden üzerinden kendini dışa vurmaya  ve dünya boyutundaki yaşamı deneyimlemeye başlamasıdır. Kısaca genelde 0-9 yaşlarına  kadar yaşanan hastalıklarakarmik hastalıklar diyebiliriz. İmplisit hafızamız da  yer alan geçmiş yaşam anıları ile ilintili  olduğu düşünülmektedir.Ancak psiko genetiğimizde yer eden bazı aile bireyleri  veya atalarımızdan bize miras kalan toksikanı , düşünce , inanç ve duyguların tesiri ile de kendimize hastalık ve rahatsızlık yaratabiliriz. Bunu da karmik hastalıklar içinde sayabiliriz. Örneğin atalarından biri savaşta kolunu  kaybetmiş birisi bunu psişik miras olarak aldı ise o kolunu kazada  yaralayabilir veya kangren olabilir ya da o kolundan ciddi hastalıklar yaşayabilir.

2.      Karmik hastalıkların dışında en sıklıkla  karşılaştığımız hastalık kaynaklarının başında ‘’Zihinsel Yaratıcılık ‘’ gelir.Zihnimizde   hastalıklar ve onların bize yaşatabileceklerine odaklanarak kendimizde bir çok  bedensel   güçsüzlükler ve  hastalık koşulları  yaratırız. Örneğin bazı hastalıkların sonucunda  ölmüş yakınlarınıgördükten sonra  aynı hastalıkları yaşamaktan çok korkan birisi  bu korkuya odaklanıp o düşünceleri  beslerse bu düşünce kalıbı da sonunda  hayatında oluşmaya başlar ve korktuğu hastalık o’nu bulur. Bu durumu kuantum fiziği dalga/ parçacık ilkeleriile  belirli bir şekilde açıklamaktadır. Kişinin zihninde oluşan vazgeçemediği düşünce kalıplarının  bir çeşit süptil /ince enerji niteliğinde olduğunu biliyoruz. (Bu durumu Kültür Üniversitesi Yayınlarının bastığı ‘’Empati’’ kitabında yer alan Enerji Psikolojisi ve Empati adlı yazımda daha ayrıntılı açıklamıştım.) Bu enerjilerin belirli  frekansta  titreştiğini ve aynı frekansta titreşen başka bir realiteye veyaan’a   dönüştüklerini de artık açıklayabiliyoruz. Böylece hayatımızı an be  an  biz oluşturuyoruz. Aslında şunu söyleyebiliriz ki dışarıda hiçbir şey yoktur. Kendi dünyamızdaki   her şeyi biz an be an yaratırız. Yani bizim zihnimizin holografik yansıması sadece bedenimiz değildir. Yaşamımızdaki realite olarak algıladığımız  her şeyde  bizim  zihnimizin holografik yansımasıdır. Dolayısıile  zihnimizin derinlerindekileri fark edip, temizlemeli/ dönüştürmeliyiz ki yaşamımızın  hastalık gibi hoşumuza gitmeyen  realiteleri de dönüşsün. Biz  daha  mutlu verimli  ve  potansiyellerimizi  hayata geçirebildiğimiz  yaşamlar yaratabilelim. Hastalık yaratan bir diğer yansıma kaynağı ise kişinin yaşamında  başka  bir stres yaratan olayı bertaraf etmek  için kendi bedeninde hastalık oluşturmasıdır.. Örneğin iş yerinde çok önemli  vezor  olabilecek  bir dönemi atlatıp  yüzleşmemek adına  kişi çok ciddi bir grip virüsüne yakalanarak yataklara düşebilir. Derin benliğinde  böylece  problemi savuşturduğuna ve sorunların  bittiğine  inanmayı seçebilir.



Devamı İÇİn tıklayınız
HASTALIKLARIMIZIN KAYNAKLARI  ( 2 ) 

5. Bölge   Boyun / Boğaz çakrasıdır. Boğaz ve ense bölgelerini , çeneyi ve dudağımızın üstüne kadar olan  kısmı temsil eder. Özellikle ön tarafta yer alan boğaz bölgemiz  yaratıcılığı ifade ettiğimiz bölgedir. Yaratıcılığımız ve benlik duygu , düşünce ve inançlarımız bu bölgedeki enerji sayesinde konuşarak ses ile dışa vurulur. Bu enerjinin kökeni gırtlak çevresidir. Kutsal merkezden  güç alır ve sesin gücünü ortaya çıkarır . Sadece doğrular söylendiğinde bu enerjinin kalitesinin yükseldiği söylenir. Yani dünyaya ve çevremize yansıttıklarımızın en somut halidir. Ses  enerjisi  önemlidir. Bu enerjiyi kaliteli bir şekilde kullandığımızda mucizeleri oluşturmaya başlayabiliriz. Ne zamanki biz yüzleşmek zorunda kaldığımız kişileri ve durumları suçlamaktan vazgeçip yüksek benliğimizin tüm bunları  bizim bilinçlerimizi geliştirmek için önümüze  getirip , yarattığını kabul ederiz, işte o zaman bu enerjiyi doğru şekilde kullanmaya başlamışızdır. Boğazımız aynı  zamanda  bize doğru gelen şeyleri de  alma yani içimize kabul etmeyi temsil eder. Ancak  eğer dünyayı  güvenilmez ve olumsuz bir yer olarak  algılıyorsak  , o zaman  bize sunulanların  olumsuzluklar olduğuna inanarak bu yönden  zihnimize gelen verileri işleyerek ancak mutsuzlukları ve olumsuzlukları içimize alabiliriz. Bu  ifade  etme / verme ve alma dengesi ta ki biz iyicil ve besleyici bir evrene güvenmeye dönüşünceye kadar sürer.

Bu  çakrada  yer alan önemli bir bölgede , boyun bölgesidir. Bu kısımda daha çok düşünceler işin içine girer. Omuriliğimizi beynimize bağlayan  son 7 omurga bu bölgede yer alır. Zihinsel beden boyutunda yer alan boyun ve ense kısmında oluşan problemlerin kaynağı solar plexus ve   kalp çakra bölgelerindeki gibi duygusal nedenlerden  çok düşünce  biçim ve kalıpları ile ilgilidir. Bu bölgede yer alan ve sıklıkla karşımıza çıkan eğri boyun olarak bilinen ‘’tortikolis’ kişinin   boynunu sağa sola yeterli derecede çevirmesini engelleyen kas kasılmalarıdır. Kendini bir başka durum ve şekilde görmek istemeyenlerde oluşur. Yeni durumlardan korkup kaçınan kişilerde rastlanır. Özellikle boynunu sağa sola çeviremiyorsa kişi kimlere ‘’Hayır ‘’ demeyi  başaramadığına ve nedenlerine bakmalıdır. Eğer başını öne ve  geriye oynatmakta zorlanıyorsa ’’Evet ‘’ demesi gereken hangi durum ve kişiler olduğuna dikkat etmelidir.

Ense kökünde ağrı ve sorun yaşayanların ise kendi iç seslerine güvenmeleri ve seçimlerinin arkasında durmaları önemlidir. Bu kişiler iç dünyalarında bir çok şey hayal edip , diğerleri onaylamaz diye hayata geçiremeyen kişilerdir. Kendi  varlıklarına daha fazla değer vermeli  ve kendilerini ifade etmekten kaçınmamalıdırlar. Boğaz ağrı  ve problemleri ise kızgınlık ve kırgınlıkları yutup , biriktirmek ile ilgilidir. Aynı zamanda hayatındaki bazı şeyleri değiştirememekten de kaynaklanır. İsteklerini ve ihtiyaçlarını söyleyemeyen kişilerde oluşan kızgınlık ve öfke duyguları ifade edilmediğinde içe dönük kızgınlık oluşur ve bu boğaz enerjisinin kalitesini bozarak enflamasyonlara ve boğaz hastalıklarına yol açar. Örneğin bademcik iltihaplanmasını sık sık yaşayanların büyük bir kızgınlık içinde olup bunu ifade edemedikleri düşünülmektedir. Ancak önemli gördüğü bir otorıte  figürüne söylemek istediklerini korku duyguları yüzünden söyleyemeyen kişilerde ise daha çok ses kaybına uğradıkları ‘’larenjit’ ’gelişebilir.  

Resim
Devamı İÇİN TIKLAYINIZ
Picture
Ses Ritim ve Hareket Yolu ile Farkındalık

Trans Dans 


“Düşünce ve deneyim eş zamanlı gerçekleştiği zaman bilinç değişmeye başlar. Yani Trans Dans mükemmel bir çözücüdür.”

Beden hareketleri tümüyle kelimesiz iletişimin bir modelidir. Bilincin kelimesiz ifadesidir. Beden hareketleri (dans) aslında gerçek hayatta bildiğimiz gerçekliğin kelime kullanmadan açığa çıkarılması şeklidir. Ancak sezgisel (kasıtsız) hareket görünmeyen güçler tarafından yönlendirilenden biraz daha zorlayıcı bir dans formudur ve bizim bireysel, kasıtlı irademiz tarafından kontrol edilemez.

Sezgisel dans eksik anlayışın ifadesidir. Yaratıcılığın derin hareketidir. Sezgisel hareket yeni bir lisan formu geliştirir. Ancak sezgi kesinlik değildir, farklı dereceleri vardır. Bazı insanlar diğerlerine nazaran daha sezgisel olabilirler. Burada sorulması gereken soru “sezgilerimi bu manevi dünyaya girebilmek için nasıl geliştirebilirim?”. Cevap basittir… Kendinizi harici belleğinizde, yani “gerçeklik ”de, tutmak için kullandığınız organik hislerinizden ayırmaya gönüllü olmanız gerekir. Bu da gördüğünüz, duyduğunuz, hissettiğiniz her şeyin gitmesine izin vermenizle olacaktır. Bunu yapmak içinizde haberdar olmadığınız o boşluğa ulaşmanızı sağlayacaktır. Buna da trans denir.
 

DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ
Picture
KENDİLİĞİNDEN YARATICILIK VE IŞIKLA BULUŞMA
“Hayatta çözüm diye bir şey yoktur. Sadece hareket halinde olan güçler vardır. Bu güçleri uyandırdığınız anda, çözümler kendiliğinden gelecektir.”
Antoine de Saint-Exupery
(Küçük Prens’in Yazarı) 
Bu güçler bizde var olan ancak uyandırılmayı bekleyen içsel kaynaklarımız ve doğamızda var olan yasalardır. Bunların varlığını fark ettiğimiz ve dönüştürmeye başladığımızda yaşamımızdaki değişiklikler bizi şaşırtmaya başlar. 
Evet hayat biz isteklerimize ulaşmak için çabalarken başımıza gelenlerle baş etmek zorunda bırakır bizi, ancak tüm bunların da üzerine çıkabilmenin mümkün olduğu ve dileklerimizin bir bir oluştuğu dönemler vardır. Böyle dönemleri, dönüşüm zamanı diye tarif edebiliriz. 
​
Gerçekten hayatın “dönüşüm zamanına” geçebilmesi için neler yapabiliriz? Bu yazımda sizin ile bunları paylaşmak istedim. Biliyorum bu konularda son yıllarda o kadar çok yazı, kitap ve öneri ortaya çıktı ki sizler de hangisinin gerçekten işe yarayabileceğini bilemez oldunuz. Bazıları çok doğru ifade edilmiş yanlış veya eksik bilgiler, bazıları ise eksik veya yanlış ifade edilmiş doğru bilgiler… Her ne olursa olsun tüm bunların ışığında ve ötesinde biz ‘YARATICILIĞIMIZI’ ortaya koyarak kendi hayatımızı oluşturabilecek güçte tanrısal varlıklarız. Evet, bilinçdışında bir noktada Tanrı Bilinci ’ne bağlı, yüksek benliğimiz aracılığı ile Evrensel zihin ile bağlantıdayız. Ancak bu çok yüksek frekanstaki enerji boyutlarına uyum sağlamamız hayatımızın bir çok alanında imkansızlaşıyor. Egomuzun sağlıksız, derinliksiz ve çeşitli defalar erozyona uğramışlığı zihnimizi negatifleştirdiği gibi bun bağlı olarak da duygularımızı olumsuz etkiliyor. Bunlardan dolayı bir türlü kendini gerçekleştiremeyen/evrim yapamayan ruhumuz acı çekerken düşünce kalıplarımız her geçen gün daha da negatifleşiyor. Bu durum olduğu gibi hayatımıza yansıyor ve biz bir türlü istediklerimizi yaratamaz ve baş edemez oluyoruz.


devamı için tıklayınız
KADIN   ERKEK  İLİŞKİLERİNDE  İLK ADIM  BAĞLILIK
 
Bağlılık gerçek sevgi içeren her ilişkinin  doğasında   vardır .  Yüzeysel veya derin bir sevgi ile gelişse de   bağlılık ilişkilerin  temelidir. Döllenmeden sonra bizi biyololik  ebeveynlerden  psikolojik ebeveynlere  dönüştüren de bağlılık  duygumuzdur . ( Mc Millan  1973 )
Derin  bağlılıklar ilişkinin  iyi gitmesinin  garantisi olmasa da  o ilişkiyi  sürdürmeye diğer etkenlerden  daha çok yardımcı  olur. Başlangıçta yüzeysel olan  bağlılıklar  zaman içinde  derinleşir , ancak  derinleşmeyen bağlar ilişkileri ya çökertir ya da sağlıksız  ve güçsüz  kılar. Bu yüzden çift  ilişkilerinde karşılıklı  Sevgi  olmadan  o ilişkide bağlar kurup , derinleştiremeyiz. Bu da   olumsuz gelişen ilişkilerin ana kaynağıdır. Aslında derin bir bağlılığa girmek müthiş bir risk barındırır ve biz aşk-tutku-çekim gibi duyguların gözümüze indirdiği perde yüzünden bu durumu fark edemeyiz. Ancak evlendikten  veya ciddi sözler verdikten sonraki bağlılık duygularımız aşık olmaktan gerçek sevgiye geçmemizi sağlar. Karşısındakinin iyiliğini ve gelişmesini isteyen herkes bunun sürekliliği olan güvenli bir ilişkiyle olabileceğini içgüdüsel olarak bilir. Bağlanma ve bağlar kurma şekil ve tutumlarını çocuklukta   ebeveynlerimizden  öğreniriz. Erken yaşta öğrenilen bu durum her zaman sağlıklı bir ruhsal /psikolojik gelişime hizmet etmeyebilir. Örneğin; çocuklar sürekli terk edilme korkusu yaşadıkları bir belirsizlik ortamında gelişip psikolojik olgunluğa erişemezler. . 
Picture
Devamı İÇİN tıklayınız
ZOR   DUYGULAR VE BEDEN 
 
Duygular beden yolu ile hissedilir.  Üstesinden   gelemediğimiz bizi zorlayan duyguları bedenimizin farklı alanlarında biriktirir ve saklarız. Bunlar  çocukluk  travmalarından  başlayarak hastalıklar,  kayıplar , sevdiklerimizin   ölümü  gibi olaylarda yaşayıp   bastırdığımız olumsuz  duygulardır. Bedenimizi farklı şekillerde etkilerler. Enerji psikolojisine göre prosesten geçiremeyip kalan  duygular sonunda bizi hasta eder. Örneğin ;
  • Önemli bir kayıptan sonra tutulamayan yas ve yaşanamayan üzüntü , süregelen bir akciğer problemi oluşturabilir.
  • Kızgınlık ve acı , bunları tanımlayıp nereden geldiğini  fark edip kabullenmedikçe genellikle bedenin orta bölgesini etkileyerek karaciğer ve safra kesesi problemleri yaratır.
  • Tamir edilememiş kırık bir kalp , kalp ve damar problemlerine yol açar. Veya sevgiye açılmamış , bloke olmuş bir kalp sorun yaratır. Materyalist bir dünyada erkeklerin çoğu sevgiden çok para ile ilgili olduklarından bu sorunu daha çok yaşarlar.
  • Cinsel , fiziksel ve duygusal taciz ve suistimal genellikle bedende fazla kilo olarak yansır. Bu duruma maruz kalanlar kendilerini koruma içgüdüsü ile şişmanlamaya başlayabilirler. Ayrıca proses edilememiş her türlü duygu fazla kiloya dönüşebilir. Biz neyi reddetip , itersek o kendine bir yaşam alanı yaratır , bu gerçekten farklı bir bilinç oluşturmak gibidir. Ne zaman biz yaralı duygularımızı bedenimizde bir yerlere bastırırız , orada ki enerji akışını kısıtlar veya durdururuz bu da kilo almaya veya ciddi hastalıklara yol açar.
.
Picture
DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ.
​KAYGILAR    İLE   BAŞEDERKEN KORTİZOL’ÜN ÖNEMİ
1907 yılında endokrinolog  Dr  Hans  Selye ‘nin tanımıyla hayatımıza giren ‘’stres’’ korku ve kaygılarla ortaya çıkan bir duygu  durumudur. Ne  zaman  korksak  , kaygılansak  sempatik sinir sistemimiz uyarılır ve bedenimiz  kortizol salgılar. İlkel  beynimiz kendini tehdit altında  hissettiğinde  ise biz ‘’ don-kaç- savaş’’ tepkisini veririz. Kortizol  hormonu zaten bizde olan bir hormondur ve belirli seviyede olması gereklidir. Ancak yüksek seviyelerde olduğunda  beyin fonksiyonlarını etkiler , hafıza  ve öğrenme güçlüğünü ortaya çıkarır. Bağışıklık sistemimizi baskılar. Şişmanlığı tetikler , kalp hastalığı , kolesterol ve damar problemleri yaratabilir. Farklı akıl hastalıklarını tetikleyebilir, hayat boyu depresyon halini oluşturabilir. Psikolojik dayanıklılığımızı ve esnekliğimizi etkiler.
Anksiyete sorunları yaşayanların genelde güven duyma ve emin olma sorunları vardır. İçsel güvenlik  duyguları  zedelenmiş veya azalmıştır. İçsel güvenlik hayatın bize iyi şeyler getiren, tüm  olumsuz olay ve durumların bize lazım olduğu için başımıza geldiğini fark ettiğimiz bir anlayış geliştirmektir. Acıya değil mutluluğa ve hayattan  keyif almaya olan inancımızı pekiştiren bir güvendeyim duygusudur.
Böyle bir güvenlik duygusu  hissedemediğimizde bizim ilkel beynimiz tehdit algılar , bu da kortizol seviyelerimizi  arttırır. Sempatik sinir sistemimiz hep tetikte olur. Bu bizi daha çok kaygılandırır ve daha çok  kortizol  üretiriz. Kaygı –kortizol –kaygı şeklinde kısır döngüye gireriz. Bir kar topunun içine sıkışır kalır ve panik ataklara varan kaygı bozuklukları yaşarız. Kısaca savaş  ya da kaç tepkisi vereceğimiz yaşam koşullarımız olmasa dahi biz artık bu duygu durumunu düşüncelerimiz ile yaratırız.
Picture
DEVAMI  İÇİN  TIKLAYINIZ
‘’MUTLULUK    HALLERİ’’
 
Hayatımızı düşünce ,  duygu  ve davranışlarımız , seçimlerimiz ve bilinçdışından yansıttıklarımız ile biz yaratırız. Bu  süreçte  gelişebilecek olan mutluluk hallerinin de sorumlusu kendimizizdir. Aslında mutluluk sorun ettiğimiz onlarca şey için çabalarken gelişir. Bunun için emek gerekir, yaşam boyu vazgeçmemek gerekir. Bazı dert ettiklerimizden vazgeçmek, bazen de bize gerekli olanı seçebilmektir mutluluk.
 
Bazılarımız kaygı  ve  endişe  yaşar  yada   yalnızlık ve depresyon ile ömrü geçer. Kimimiz takıntıları yüzünden bir türlü rahatlayamaz  veya  gerçekten  berbat yaşam koşullarından dolayı yaşam kalitesi mahvolur. Çözüm öncelikle sorunlarımızı fark  etmek ,  kabul etmek ve onlar ile yüzleşmektir. Sorunlarından kaçmak ya da kurtuluş beklemek kişiye asıl mutsuzluk yaşatan durumdur.
 
FARK ET ,  YÜZLEŞ ,  ÇÖZ  VE  MUTLU  OL. Formül bu kadar basittir. Ancak  her  zaman  gerçekleştirebilmek  o kadar kolay olmayabilir. Bunun nedeni çoğumuzun sürekli iyi hissetme ihtiyacı ile problemlerimizden kaçmamız ya da  kurban psikolojisine  girerek kendimiz ile yüzleşmekten ise başkalarını sorumlu tutarak suçlamamızdır. Bir çoğumuz  sorunlarımızdan kaçarak bize anlık haz veren şeylere  yöneliriz .  Bu yüzden  alkol , sigara , uyuşturucu, alışveriş ,aşırı yemek yeme sosyal medyayı aşırı kullanma gibi bağımlılıklar gelişir.
 
Hatta   kişisel  ve ruhsal gelişimin yetersizlik noktası da  sağlıklı  olduğuna inanılan farklı alışkanlıkları kişiye öğretmektir. Böylece kısa dönemli iyi hissetmeyi öğreniriz ama gerçek sorunlarımız ve altında yatan sebepler ile yüzleşemeyiz. Ancak sorunlarımıza çözüm üretebilmek bize mutluluk verir. Sürekli bitmeyen bir iş gibidir ,  eylem ve yaratıcılık gerektirir. Farklı bir yönden bakarsak ta tüm bu  farket, yüzleş , çöz formülünü uygulayabilmek için enerji ve titreşim alanımız yüksek olmalı ve biz yeterince güçlü olabilmeliyizdir..Bu  koşulları oluşturmak üzere bazı pratikleri  hayatımıza sokmak ve yeni bir yaşam biçimi oluşturmak da bizim sorunlarımızı çözebilme becerilerimizi  geliştirir ve enerji alanımızı yükseltir.
Paragraph. Düzenlemek için buraya tıklayın.
ENERJİ     YAŞAM   GÜCÜMÜZDÜR.
İnsan  bioholografik, digital, mucizevi yaratımın ve  ilahi frekansın  titreşiminde  hydro- uzayda  muazzam bir uyum içinde olan varlıktır.
Parçacık fiziği göstermiştir ki  organik  veya  inorganik  yada   kimyasal her madde pozitif ve negatif  elektrik  yüklü atom altı parçacıklardan  oluşur. Evrende ki  her şey gibi bizlerde elektrik yüklü varlıklarız. Tüm elektrik  akımlarının  Hertz  birimi  ile ölçülen  belirli bir sürede  ki titreşim sayılarına frekans denmesinden yola çıkarak bedenimizi oluşturan her hücremizin  ölçülebilir bir frekansı vardır diyebiliriz. Her hücre derken  her organ , her doku ve  kanımızı  DNA’ mızı inşa eden  amino asitler , bedenimizi dengeleyen  hormonlarımız , beden içi mineral ve vitaminler , metabolizmamızı besleyen yağ asitlerimiz ve daha bir çok yapıtaşını oluşturan her bir hücremizin frekansı  olduğu gibi düşünce  ve duygu olarak deneyimlediğimiz  nöropeptit  ve nörotransmitterlerimizinde   ölçülebilir frekansları vardır.
Sonuçta insan bedeni sanki farklı seslerden oluşan senfoni orkestrası gibidir. Her organ , her doku , her hücre kendine özgü frekanslarda titreşerek sanki  kendine has bir ses çıkarır. Sağlıklı ve huzurlu bir bedende bu titreşimler müthiş  bir   uyum    içerisindedir. Tıpkı  bir  senfoni orkestrası gibi  bütünleşmiş bir ses yani titreşim oluştururlar. Hep beraber mucizevi bir eser yaratır gibi bu frekansı yansıtırlar.
​İdeal olan hep beraber oluşturulan farklı  frekans ve seslerin uyumlu bir bütünü yansıtabilmesidir. Bu durum bedenlerimiz sağlıklı bir biçimde işlediği zaman oluşur. Ne zaman ki bir doku veya organın ya da  kanımızı oluşturan hücrelerimizin frekansı değişir. Yani mevcut elektrik yükü ve akımının titreşimi bozulur. Tüm bedenimiz bundan  etkilenir. Bu frekans  bozukluğu  ve uyumsuzluğu  bütünlüğü bozar. Tüm bedenimizin yapı taşları uyumlu bir frekansta  titreşerek  birbirleri ile iletişim halinde olduklarında biz sağlıklı , dengeli ve huzurlu hissederiz. Bu durum diğer insanlar ile ilişkilerimize de  yansır. Onlar ile olan uyumlu frekans ritmini de etkilediğinden ilişkilerimizin sağlıklı ve huzurlu  olmasına izin vermez.
İçsel frekanslarımızın / titreşimlerimizin uyumu ve dengesi bozulduğunda ise enerji kanamaları başlar ve sisteme yansıttığımız enerji  akışı da düşer. Bunların sonucunda hem psikolojik hem de fiziksel sıkıntılar yaşanır. Titreşimlerimizi /frekanslarımızı değiştirmek gündelik bir iş gibi olmalıdır. Öncelikle geçmişte netleşmemiş tüm meselelerin etkilerinden arınmalıyız. Kendimizi ve diğerlerini affetmeliyiz. Gündelik  bazı durumların yarattığı tüm olumsuz enerjilerden düzenli olarak kurtulmalıyız. Hem kendimize hem de çevremize yönelik sevgi dolu düşüncelerimizi beslemeliyiz.
Kalbimizi açabilmeli , bizi sınırlayan düşünce ve temel inanç kalıplarımızdan uzaklaşmalıyız. Varlıksal olarak kendimizin tüm güç ve sevgi dolu enerjilerine açık olmalıyız.

Picture
devamı İÇİN tıklayınız.
DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ.
Picture
EVDE KAL GÜNLERİNDE   PSİKOLOJİK DAYANIKLILIĞI
GELİŞTİRMENİN   YOLLARI
İnsanlık bir kez daha defalarca geçirmiş olduğu küresel salgın hastalık sorunu ile karşı karşıya……Hepimiz kendi düzenimizin, alışkanlıklarımızın, hayat deneyimlerimizin, kısacası ezberimizin bozulduğu zor günlerden geçiyoruz. Dünya   çapında   gelişen   bu   salgın   hastalık   tehlikesi ile ilk karşılaştığımızda şaşırdık, kabullenmekte zorlandık, panikledik, endişelendik, korktuk, öfkelendik, vs…kısacası travmatize olduk. Kimimiz hemen korku alanına girerek ihtiyacı olmayan şeyleri   stoklamaya   başladı, örneğin; daha çok Batı ülkelerinde görülen tuvalet kağıdı stoklamak gibi…… kimimiz her söylenenden etkilenmeye, etrafına korku ve öfke yaymaya başladı. Bazılarımız sürekli haberleri ve sosyal medyada  paylaşımları  takip ettik. Sonra onları durmadan başkaları ile paylaşarak korku yaymaya başladık. Bu arada yaşananlarla   baş edebilmek adına kendine zarar veren şeyleri (yemek, sigara, alkol vs…gibi) aşırı tüketenler oldu. Ya da sürekli bu yaşananlara suçlu aramaya, komplo teorileri üretenlere inanmaya ve hatta öfkelenmeye başladı. Bazıları ise bu pandemi durumunu hafife almaya, tehlikenin boyutlarını yok saymaya çalışıp, alınması gereken önemli tedbirleri geç aldı.
Ancak toplumun bir kesimi de bir süre sonra öğrenme ve anlama aşamasına geçebildi. Böylece kontrol edemeyeceği şeyleri bırakmaya yani durumu kabullenmeye yöneldi. Öncelikle kendine zarar veren şeylerle vakit geçirmeyi bıraktılar. Durumun farkındalığı ile bilinçlenmeye başlayanlar duygularını anlamaya, içe dönerek düşünmeye yönelebildi. Artık haberleri iletmeden doğru mu, değil mi diye araştırmaya başladılar. Herkesin aslında elinden geleni yapmaya çalıştığını gördüler. Bu işte hepimizin beraber olması bir çoğumuzu sakinleştirdi.
Ancak   içimizden   bazıları   ise, yeni oluşan bu geçici hayat biçimine çabuk adapte oldu. Geleceğe odaklanırken şimdiki ‘’an’’ da yaşamayı seçti. Başkalarına yardım etme, yeteneklerini ihtiyacı olanlar için kullanma, onların önceliği haline geldi. Bunu  başarabilen insanlar kendilerine ve başkalarına empati yapıyorlar.  Diğerlerini   takdir edip, teşekkür edebiliyorlar. Huzurlu bir   ruh   halini koruyarak,  geleceğe   umut   ile bakabiliyorlar.  Önceliklerini ve   değerlerini   kendilerine   ve   diğerlerine   en   uygun   şekilde   içlerine yerleştirebiliyorlar. Yani bu durumdan pay çıkartıp, büyümeye ve gelişmeye devam edebiliyorlar. Peki bunlar   kim?   Hangi   özellikleri olan insanlar?   
Psikolojik dayanıklılığı   olan ve içsel kaynaklarını kullanabilen insanlar.

DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...
​Son   Dönem   Karantina Yorgunluğu 
Yeni normale alışmaya çalışırken son dönemde birçoğumuzda uzun sure evde kalmaktan bir yorgunluk ve bıkkınlık oluştu. Bu basit bir yorgunluk değil, daha çok tünelin ucunda ki ışığı göremediğimizden belirsizliğin getirdiği bir içsel yorgunluk. Aslında bütün dünya ile birlikte fark edilen bir kırılma noktası yaşıyoruz.
Mart ayı ortalarında evde kal sloganıyla başlayan ve evlerimize kapanmakla devam eden 2 aylık süreç iniş, çıkışlar ve ne yazık ki çevremizde hasta olan, hatta Covid19 ‘dan ölenleri duyarak geçti. Sosyal medya da evde kalırken yapılabilecek aktiviteleri paylaştık. Nasıl egzersiz yaparız, neleri seyrederiz, ne yemekler pişirebiliriz, hangi müzikleri dinleriz vs…Ama artık yorulduk, sıkıldık, gün ve geceler birbirine karışmaya başladı. Uykular bozuldu sürekli aynı mekanda olmak bunaltıcı geldi.
Picture
Devamı İçİn tıklayınız.
Powered by Create your own unique website with customizable templates.